ama bilmiyordum O'nun bir kezban olduğunu...
Adı Cansu'ydu, orta halli bir güzeldi ama yonca evcimik'ten daha güzeldi. Arkada bu şarkı çalıyordu, dizlerimi titretmemişti, aslında bir hareket bile olmamıştı. Hareketlenme, sadece Esra'nın getirdiği dergilere bakarken oluyordu. Esra da gösterse bile elletmiyordu. Hep bir buruk heyecan, hep bir bekleyiş, ve köpük balonları ile dolu fantezi dünyamın asi, viyk viyk sesli narin çiçeğiydi Cansu. O Esra gibi değildi..
Aslında arkada şarkı filan çalmıyordu, Fen Bilgisi dersiydi, Hülya hoca bir şeyler anlatıyordu. Ben ise tüm konsantrasyonumla Cansu'yu inceliyordum. Saçları, ağzı, burnu, kepçe denemeyecek ama normal de denemeyecek kulakları, bir acaip dişleri ve küçük ama idare eder memeleri vardı. Duvar kenarında, en ön sıranın bir arkasında oturuyordu, kankisi Buse'nin yanına oturduğu zamanları daha çok seviyordum ben. Bana yaklaşıyordu, arkalara doğru, arkalara... daha da arkalara...
Henüz 14 yaşının tüm apaçiliğiyle ona bakıyor, öküz-tren ilişkimizin gelecekte doğuracağı "ay yapma hayvan"ı ben oluyordum. Amacım hiçkimseyi ısırmak değildi, hayvan olabilirdim ama kudurmamıştım. Sonunda hali hazırda göt kadar olan aklını çelmeyi başarmıştım. Mutluydum, bir kezbanla mutlu olabilecek her 14 yaşındaki erkek kadar. O zamanlar aşk filan vardı, sabahlara kadar pompa, bardan hatun kaldırma, dam üstünde saksağan gel bize bazı bazı yoktu belki ama asalak asalak smsleşme vardı. Pazar günleri haftanın ilk banyo günüydü mesela, sonra da olacak o kadar çıkar, doom oynamayı bırakır onu izledikten sonra uyurduk. Sanki bilmiyormuşçasına mesaj atardık birbirimize, "ne yapıyorsun?" diye. Oysa bilirdim banyodan çıkıp kabaran saçlarıyla "olacak o kadar" izlediğini... ta ki annesi "hadi yat kızım" diyene kadar. Sonra uyuyacağı müjdesini verirdi, mutlu olurduk böyle asalak asalak. İyiydik.
Böyle bir kaç ay gitti bu olay, tenefüslerde yanyana oturuyor mal mal konuşuyorduk, bazen sadece o konuşuyor, viyk viyk sesiyle bana bir şeyler anlatıyordu. Evet, çok romantikti ve karizma unsuruydu sınıfın en arka sırasında böylesine cilveleşmek. Saçıyla oynarken "ay yapma hayvan" bile demişti bana. Öptürmüyordu, hamile kalacaktı sanki. Birgün böyle salak salak yine yanyana oturduğumuz bir gün elimi boynuna attım ve hafifçe sevdim o güzelim boynunu. Sevdim diye ayrıldık. Oysa öpmemiştim bile. öpsem neler olurdu kim bilir.. Bugün bile kestiremiyorum.
Tam 6,5-7 yıl sonra tekrar diyalog yakaladık Cansu'yla. Yılda birkaç kere görürdüm bazen ama evrildiğini, bu derece evrildiğini hiçbir zaman gözlemlememiştim. Bir şekilde diyalog kurmuştuk yeniden. Cansu eski Cansu değil, yani güzelleşmemişti pek ama sanki Paris görmüş gibiydi, cıvıl cıvıldı, eğlenceliydi. "Lan" dedim, "yarım kalan şeyler vardı, acaba tamamlayabilir miyiz?". "Tamamlayabilir miyiz Cansu?" dercesine baktım gözlerine. "Gel pisi pisi gel pisi pisi" diye diye içimden. Hem ona bakan tüm öküzlerden ayrı bir yerde olmalıydım ben, o bağa virmemişti, hatta öptürmemişti, hatta elletmemişti, boynunu bile. Öyleydim de.
Tek istediğim hakkım olanı almaktı. birkaç kez kaykay sonra "hadi baybay". Hatta yüzüne baka baka dalga bile geçmeyecektim. Hakkım olanı alıp gidecektim.
Ucundan azıcık bunun için vermiştik biz. "Ucundan azıcık verdim diye üzülme, büyüyünce neler neler götüreceksin" demişti kuzenim.
İşte o mukaddes günlerden birisi daha gelmişti, Cansu'dan alacağım vardı, Cansu'yu götürecektim. Öğle tenefüsünde gittiğimiz kır pidecisine değil, veya ne bok yemeye olduğunu bugün bile çözemediğim nedenlerle gittiğimiz okulun spor salonuna değil, direk ailemizin güzide bir yatırımı olan bekar evimize götürecektim. Götürdüm de, götürdüm de ne oldu? Cansu, aynı Cansu'ydu.
"Hehe, lan ne adamım, yine yaşadım ahaha şimdi ben sana sormaz mıyım salak karı" derken... derken...
"Beyaz don travması" nedir bilir misiniz siz? ikilemlerin en acıklısını yaşatır insana. "Ulan bu ne, babaanne donu lan bu, ıyk" dedikten sonra yaşanan o acı dilemma "acaba yapsam mı, yapmasam mı? yoksa başkasına mı paslasam?". ve o an yapılan analiz "ulan yapmasan gay der, yapsan kafa s..ker viyk viyk viyk" Ama herkes bilir ki yapmak zorundasınızdır, çünkü adama "gay" derler. Çünkü bu memleketin "dünyanın en gözel garısı" olduğuna inandırılmış kezbanları alışmamıştır reddedilmeye pek, çünkü o "dünyanın en gözel garısı"dır ve onu reddetmek için geçerli tek sebep "gay" olmakdır. Hiçbir zaman anlatamazsınız bir Kezbanhanımkızceğiz'e, sırf sana benziyor diye, merhaba dediğinizi veya sırf dalga geçmek, eğlenmek için. Çünkü Kezban'ın dünyaya gelişiyle başlayan bir acaip bilinç devrimi vardır kendi çapında, default olarak gelen bir asalaklık da denilebilir buna. Verse bile mundar olan bir canlıdan başka bir şey olmadığını, skordan bile sayılmadığını ona anlatmak, balkanlardan gelen soğuk hava dalgası için balkanları düşman bellemiş bir çocuğa meteorolojiyi anlatmaktan daha zordur. Zor ne kelime, imkansızdır.
Üzgünüm arkadaşlar...
Yaptım, pişmanım.
Yaptığımı gidip "ahaha kanka valla şöyle süperdi böyle güzeldi" diye anlattım, pişmanım. işin aslı öyle değildi ama nasıl anlatabilirdim başka. "lan ne çıktı bilin bakalım" diye sorup hafif eğlenceli bir tavırla gizlenemezdi ya Cansu'nun en asilinden bir Kezban olduğu.
Belki de sadece benim, ve beni tek anlayan çamaşır makinesinin bildiği, sizin ise bilmediğiniz bir şey vardı, Cansu buram buram anadolu kokan bir Kezban'dı. Kezbanhanımkızceğiz'di. Hiç dokunulmamalı, müdahale edilmeden uzaya fırlatılmalıydı...
Sorsan kendini ne sanıyor kim bilir?
Belki şimdi kendine çeki düzen vermiştir, Paris'i görmüş bile olabilir.
Ama Kezban Kezban'dır.
Kezban, her yerdedir. Kezban Paris'tedir.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment